15 Aralık 2016 Perşembe

TRENDEKİ KIZ



Polisiye, gerilim tarzı okuyanlar bilir genelde aynı çizgide giden olay örgüsü vardır. İp uçları suçlunun kim olduğunu verir ve onlardan birinin olduğunu bilip bunu ortaya çıkarmak için okuruz. Ama bu kitap sonu sürprizli bitti. Hiç beklemediğim birinin suçlu olması beni şaşırttı, çünkü hiç üzerinde durulmadığı biriydi.  İlk başlarda biraz sıkıcı gitse de kitap sonrasında çok akıcı gitti ve merak uyandırmaya başladı.

Kitabın kahramanı Rachel her gün trenle yolculuk yapan, kocasından ayrılmış, alkol sorunları olan bir kadın. Çocuğu olmayacağını öğrendiği zaman alkole başlar ve kocası onu aldatınca iyice bunalıma girer. Sürekli trenle yolculuk yapar ve eski kocasının evinin önünden geçer ve bu evin yanındaki evdeki çift dikkatini çeker, sürekli onları izler ve onların aşkına hayran kalır. Fakat bir gün kadını başka bir adamla samimi bir şekilde görünce hayal kırıklığına uğrar.
Rachel Megan'ın yani hayran olduğu çiftten kadının kaybolduğunu öğrenince şoka uğrar. Şüpheli kocasıdır fakat Rachel buna inanmaz. Kocasına ulaşmanın bir yolunu bulur, Megan'ın arkadaşı olduğunu söyler ve ona eşini bir adamla samimi gördüğünü anlatır. Aynı şeyleri polise de anlatır ama polis alkolik olması ve eski kocasını sürekli aldatması nedeniyle ona inanmaz.
Daha sonra Megan'ın cesedi otaya çıktı. Rachel kendini iyice çıkmazda hissettiği bir anda biri ile karşılaşınca her şey netleşmeye başladı. Artık her şeyin farkındadır ama kimsenin onan inanmayacağını da bilir. Şüpheleri ortaya çıkmış ve katille yüz yüze gelmiştir.




Kitap ile filmi tabi ki de birbiri ile kıyaslamamak gerekir. İkisi de kendi içinde değerlendirilmeli. İlk önce kitabı okuyup filmi izlediğim için olay örgüsünü biliyordum ve tahmin ettim, ettiklerimi gördüm bu zevkliydi çünkü kitaptan bağımsız değildi. Kitapta var ama filmde yok ve ya kitapta yok ama filme konmuş diyebilecek bir şey yoktu. Buda filmi de sevmemi sağladı.

Rachel

Megan 
Anna

Scott
Tom

7 Mayıs 2016 Cumartesi

KAFES


Dışarıda bir şey var. Görülmemesi gereken korkunç bir şey... Ona atılan bir bakış kişiyi ölümcül deliliğe sürüklüyor. Ne olduğunu ve nereden geldiğini kimse bilmiyor...





Bir evde hapsolmak... Ne olursa olsun dışarı bakmamak gerekiyor. Bakarsan ölürsün. 
Romanın kahramanı Malorie çok tehlikeli bir zamanda hamileydi. Neyse ki yalnız değildi. Evde kalanlardan Olympia'da hamileydi. Zor günler geçirdiler, yiyecekleri gün geçtikçe azalıyordu ve doğacak iki bebek vardı. 




Malorie, Tom, Jules, Don, Felix, Cherly ve Olympia aynı evde kalıyorlar ve korunmak için her şeyi yapıyorlardı. Bazen tartışıyorlar bazen güzel geçiniyorlardı. Hapis olmuş durumda bu çok normaldi. Gözleri bağlı bir şekilde dışarı çıkıp kuyudan su ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Tehlike ile aralarında sadece bir göz bağı var. 





Malorie nehrin kenarında terk edilmiş bir evde çocuklarıyla yaşıyor. Onları öyle bir eğitti ki görmeseler bile hisleri, işetme yetileri çok kuvvetli. Erkek olan Malorie'nin kız olan da Olympia'nın çocuğuydu ama Olympia öldüğü için Malorie ikisini de kendi çocuğu gibi büyüttü.


Artık zamanı gelmişti. Bu evden daha güvenleri bir yere gitmeleri gerekiyordu. Ne kadar zor olsa da. Malorie hazırlıkları yaptı. Bir kayıkla nehirde yola koyuldular. Bu yolculuk boyunca geçmiş 5 yılından anılar canlandı. Ve sonunda sağ salim varmak istedikleri yere gittiler. Kitap boyunca çocuklardan kız ve oğlan diye bahsedildi. Kitabın sonunda çocukların ismi sorulunca kız olan Olympia, oğlan olanda Tom diye tanıttı anneleri. 










29 Mart 2016 Salı

SAPIENS





Homo sapiens neden ekolojik bir seri katile dönüştü?
Para neden herkesin güvendiği tek şey?
Kadınlar üstün sosyal becerilere sahipken, neden çoğu toplum erkek egemen?
Güç elde etmekte böylesine yetenekli olan insanlar neden bu gücü mutluluğa dönüştürmekte başarısızlar?
Geleceğin dini bilim mi?
İnsanların miadı çoktan doldu mu?


100 bin yıl önce Yeryüzü'nde en az altı farklı insan türü vardı. Günümüzdeyse sadece Homo Sapiens var. Diğerlerinin başına ne geldi ve bize ne olacak? Çoğu çalışma insanlığın serüvenini ya tarihi ya da biyolojik bir yaklaşımla ele alır, ancak Harari 70 bin yıl önce gerçekleşen Bilişsel Devrim'le başlattığı bu kitabında gelenekleri yerle bir ediyor. İnsanların küresel ekosistemde oynadıkları rolden imparatorlukların yükselişine ve modern dünyaya kadar pek çok konuyu irdeleyen Sapiens, tarihle bilimi bir araya getirerek kabul görmüş anlatıları yeniden ele alıyor.
Harari ayrıca geleceğe bakmaya da zorluyor okuru. Yakın zamanda insanlar, dört milyar yıldır yaşama hükmeden doğal seçilim yasalarını esnetmeye başladılar. Artık sadece dünyayı değil, kendimizi ve diğer canlıları tasarlama becerisi de kazandık. Peki bu bizi nereye götürüyor, bizi neye dönüştürebilir?









Tarihi, geçmiş zamanları, geçmiş zamanların yaşam tarzlarını seven biri olarak bu kitabı elimden düşürmek istemedim. Bilmediğim o kadar çok şey öğrendim ki... 
Bir ara bilgi bolluğundan başım ağrıdı :) 
Kitap düzenli bir kronolojik sırayla gitti. İlk olarak insanları, insan türlerini inceledikten sonra göçebe hayat sürerek avcı toplayıcı olduğu dönemleri, daha sonra tarımın hayata girmesiyle yerleşik hayata geçmeleri ve bunun zorlukları romansı bir üslupta sıkmadan anlatıldı. 
Bu kitabı okumadan önce "Tarihte adı yazılan ilk kişi kimdir?" diye bir soruyla karşılaşsaydım; bir kral, komutan, rahip... gibi cevaplar verirdim. Adı yazılan ilk kişinin muhasebeci olması mantıklı ama tatmin edici değil. 
Avcı toplayıcılıktan yerleşik hayata geçiş, daha sonra yazının bulunmasından kapitalist sistemin yapısına kadar her şeyi ele alması ve romansı üslupta anlatması bu kitabı ayrıcalıklı kılmaya yeterde artar. 












13 Mart 2016 Pazar

V.C. ANDREWS

V.C Andrews
Adı tam olarak Virginia Cleo Andrews'dir. Eserlerinde yazdıklarının bazılarını kendi hayatından esinlenerek yazdığı rivayet edilir fakat bunların hangisi olduğu bilinmemektedir. Okul yıllarında geçirdiği bir kaza sonucu hayatının geri kalanını tekerlekli sandalyede geçirmek zorunda kalır fakat bundan şikayetçi olmadığını her fırsatta dile getirmiştir.
Romanlarını daha çok seri olarak yazmıştır. İşlediği konular genellikle; aile dramları, ailedeki derin sırlar, yasak aşk etrafında döner.

           




ÇATI
"Zalim bir anne, yalanlarla örülü bir dünya ve tavan arasına sıkışıp kalan duygular... Bencil ve zalim anneleri tarafından yaşadıkları dünyadan çeşitli yalanlarla koparılıp bir çatıya hapsedilen dört masum çocuğun dehşet dolu dramı."


ÇATIDAKİ RÜZGAR
"Yıllar boyunca kilitli tutuldukları çatıda yaşayan dört kardeşten ne yazık ki üç kişi kalmıştır. Zihinlerine kazınan tüm acılara ve annelerinin kendilerini reddetmesine rağmen büyük mücadele veren kardeşler sonunda hapsoldukları tavan arasından kaçarlar. Büyükannelerinin o uğursuz sesi hala kulaklarında çınlamaktadır. 
'Şeytan tohumu!' 
Cathy yaşadıkları dehşet dolu günleri asla unutmayacak, bunların bedelini herkese ödetecektir."







GAZAP TOHUMLARI
"Chris ve Cathy kötülük ve  yalanların gölgesinde filizlenen aşklarını yaşayabilmek için sonunda gözlerden ırak çok güzel bir eve sahip olmuşlardı. Ne var ki yıllar önce tavan arasında günahlar üzerine tohumları atılan ailenin bireyleri küçük Bart ve ağabeyi Jory, bunun bedelini ödeyeceklerdi. Her geçen gün bir yenisini öğrendikleri gerçekler çocukları dipsiz bir kuyuya çekiyordu. Ama unutulmaması gereken bir ayrıntı vardı: Yıkıntılardan güller de yeşerirdi."









ÇATIDAKİ DİKENLER
"Chris ve Cathy tutsak oldukları geçmişin pençesinden kurtulamıyordu. 
Geçmişin trajedilerini ve günahlarını peşlerinden sürükleyerek sonunda zalim anneleri tarafından uzun süre saklı tutuldukları Foxworth Malikanesi'ne dönerler. Ne var ki, büyük uğraşlara rağmen bir karabulut gibi üstlerine çöken geçmişlerinden bir türlü kopamazlar. Artık onları kabus dolu günler beklemektedir."








Çatıyı okuduğum zaman bazı şaşkınlıklar yaşadım. En başta bir annenin evlatlarına karşı yaptıkları beni fazla düşündürdü.
Çocukların annesi Corinne, yeniden zenginliğe kavuşmanın heyecanı ile çocuklarını herkesten gizleyerek hayatına devam etti ve yeniden evlendi. Diğer yandan büyükanneleri onlara hiçbir zaman iyi davranmadı, hep katı oldu ve katı kurallar koydu. Onları her zaman günahkar olarak gördü ve her gece Tanrı'dan af dilemelerini tembihledi. Günahkar veya şeytanın tohumu olarak görmesinin nedeni anneleri Corinne'nin amcası ile evlenmesiydi. 
Zaman geçtikçe her şeyi televizyon veya kitaplardan öğrenen Chris ve Cathy birbirine aşık olamaya başladı. Bunun hem yanlış olduğunu düşünüyorlar hem de birbirlerini seviyorlardı. 
Öte yandan küçük ikiz kardeşlerinden erkek olanı ölmüş ve bunun acısını yaşıyorlardı.
Annelerinin evden ayrıldığını öğrenen ve yaşadığı zorluklara daha fazla dayanamayan çocuklar evden kaçtı ve ilk kitap böylece bitti.

İkinci kitapta çocuklar bir trene binerek nereye gideceklerini bilmeden öylece yola çıktılar. Bir doktorun yanında kalmaya başladılar. Cathy üvey abisi Chris'in kendine bir yol çizmesini istiyor o yüzden de ondan uzak durmaya çalışıyordu. Bu sürede yanında kaldıkları doktor Paul'le yakınlaştı. Ama onunla da arasında fazla yaş farkı vardı.
Bale dersleri aldığı hocasının oğlu ile birlikte balerin olma hayalini gerçekleştirmek için şehir dışına çıktı. Ama onunla arasında her zaman çatışmalı bir ilişki oldu. Sonunda bir kazada vefat ettiğinde Cathy ilk oğluna hamileydi. Yeniden Chris ve Paul'un yanına döndü. Kız kardeşinin annesi yüzünden intihar ettiğini öğrenince annesinden intikam almak için annesinin kocası Bart ile birlikte oldu. Ve bu birliktelikten hamile kaldı. Bu yaşananları annesinin verdiği bir davette herkesin içinde anlatarak ondan intikam aldı. Çılgına dönen annesi evi yaktı. Çocukların büyükkanesi ve Corinne'nin kocası bu yangında vefat etti.
Chris, Cathy, büyük oğlu Jory ve küçük oğlu Bart ile birlikte mutlu bir yaşam sürmeye başladılar. İkinci kitapta böylece bitti.

Hikayenin tam ortası belkide. Chris ve Cathy sonunda sırlarını arkasına alarak mutlu bir aile olmayı başarıyor gibiydiler. Cathy'nin bir arkadaşı vefat etti ve onun kızını evlatlık olarak aldı. Bir gün anneleri Corinne yan evlerine gizlice taşındı ve çocukları kendilerine çekmeye çalıştı. Özellikle de Bart'ı. Tek istediği onunla vakit geçirmekti. Ama ne yazık ki yardımcısı John, Bart'ın kafasını iyice karıştırdı, kadınları ona günahkar olarak aşıladı. Aile sırlarını yavaş yavaş açığa çıkardı. Böylece Bart git gide ailesinden uzaklaşmaya başladı. Özellikle üvey kardeşi Cindy'ye çok kötü davranmaya başladı. Corinne özellikle Bart'ı çok seviyor ve ayrı tutuyordu. Kitabın sonunda Corinne kızı ve oğlundan özür diledi ne kadar pişman olduğunu anlattı. 

Ve hikayenin sonu...
Yıllar geçti.  Chris ve Caty yaşlandı, oğulları büyüdü, hatta büyük oğlu Jory evlendi. Büyükannesi bütün varlığını torunu Bart'a bırakmıştı. Bart, Foxforth Malikanesini restore ettirdi ve tüm ailesi oraya geldi. İçinde herkese karşı bir öfkesi vardı. Hatta içten içe abisinin olan her şeyi elde etmeye çalışıyordu. Verdiği bir partide abisinin dans etmesini istedi ve bu dans sonucunda Jory'nin üzerine bir şeylere düştü. Böylece Jory yürüyemez oldu. Bu sırada eşi hamileydi. Bart bunu fırsat bilerek abisinin eşi ile yakınlaştı. Gittikçe aralarına mesafe girdi. Çocukları doğurunca evden ayrıldı. Kitap boyunca Bart herkese kötü davrandı, herkese öfke duydu fakat sona doğru yaptıklarına pişman olmaya başladı. Sona yaklaşırken Chris bir kaza sonucu hayatını kaybetti ve Cathy tek başına kaldı. Duyduğu acıya fazla dayanamadı...
Bir hikaye de böylece bitmiş oldu.

Vee kitapları bitirdikten kısa süre süre yazar hakkında bilgi edinmeye çalışırken filmlerinin olduğunu öğrendim.


Çatı

Çatıdaki Rüzgar

Gazap Tohumları
Çatıdaki Dikenler

Elbette ki kitap ile filmi karşılaştırmamak gerekir. Bunu özellikle burada çok iyi anladım. Çünkü kitap ve filmler arasında farklılıklar var. Birinci kitap ve birinci film birebir aynı olmuş ama ikinci film biraz hayal kırıklığına uğrattı beni. Kitabın sonunda Paul ölüyorken film Paul'un ölmesi ile başladı ve olaylar bunun üzerinden devam etti. 
Böylesine sevdiğim bir seriyi okumanın yanında izlemiş olmak da beni çok mutlu etti ama sanırım en az beğendiğim film ikincisi oldu. 

Genel olarak bu tarz kitaplar herkesin ilgisini çekmeyebilir, okuduğu zaman beğenmeyebilir. Şahsi fikrim olarak ben beğendim.

Herkese iyi okumalar dilerim :)

6 Mart 2016 Pazar

EŞİK



"Misafir gelince neden arka odaya saklanıyordu babası? İsim değiştirme oyunu oynamaktan ne zevk alıyordu annesi? Komşu teyze Ati dayıya neden pis konist demişti? Dayısı neden kızıyordu babasına? Oportnis ne demekti, ya reviznonis? Stalin bir çikolata markası mıydı? Annesi ve babası onun için mi kavga ediyordu böyle? Bu sorularla büyüyen Eylül, yanıtları babasıyla arasındaki çarpışmalı ilişki içinde bulacak. Eşik, büyüme serüveni, dünyanın dönüşüm süreciyle iç içe geçen ve yer yer çatışan bir kadının varoluş hikayesi…"








İlk yazıma Eşik ile başlamak istedim. Geçtiğimiz Kasım ayında bir fuarda yazarı Irmak Zileli ile tanışma ve imzasını alma şansı yakalamıştım. Böylesine derinden etkilendiğim bir romanın yaratıcısını tanımak benim için çok önemliydi.










Kitaba gelince; hikaye bence Ayşe ve Hasan'ın ayrıldığı anda başladı. Ondan öncesinde gelişen olaylar bu ayrılığın temellerini oluşturdu. Kızları Eylül bu ayrılığın onu etkilemediğine kendini inandırmış olsa da elbette etkilemişti. İçine kapanık, fazla sakin olan Eylül her şeyi içinde yaşıyordu. Babasının yeni bir sevgilisinin olduğunu söylemesi daha sonra da yurt dışına çıkması aralarının gittikçe açılmaya başlamasına neden olmuştu. 

Ve babasının son mektubu ipleri tamamen kopardı. "Bir dönem kendimi ait hissettiğim o çevreden aldığım özellikler sonucu seni ben yarattım. Evet, Frankenstein'in yaratıcısı benim!"

Sonuç olarak bu romanı anlatmak kolay değil. Okumak, anlayarak okumak gerek. Fazla söze gerek yok sanırım. Roman; 2012 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı.

SEMERKANT